Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun ”gönderen”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: ”Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir ”bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde ”taraflar” değil, sadece tek bir ”taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda ”mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Dinle
Kitap Ayrıntıları
1Saat 27Dak
Bu kitabı dinlemek ister misin?
Storytel'de tüm kitapları ilk 14 gün ücretsiz dinle.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Konusu
Ünlü bir yazar, kimliği belirsiz bir kadın tarafından yollanmış olan ve, Beni hiç tanımamış olan sana hitabıyla başlayan bir mektup alır. Yazarın haberi olmadan onun çocuğunu doğurup büyüten ve yazara karşı sınırsız bir tutku besleyen bir kadının mektubudur bu. Kadın, çocuğunun ölümünün ardından bir veda niyetine yazmıştır bu itiraf mektubunu. Bu mektupla aşkın gerçekte ne olduğu, ne olması gerektiği ve sınırları hakkında düşünmeye davet ediliriz. Zweig bu uzun öyküsüyle adeta bir erkek ile kadın arasındaki duygusal karşıtlığı ortaya koyar. Bir kadın aşkı uğruna her şeyi yapabilir.
Tanınmış roman yazarı R., 41. doğum gününün sabahında kendisine gelen mektupların arasında göndereni belli olmayan bir mektupla karşılaşır. Dikkatini çeken bu mektubu açıp okumaya başlar. "Sana, beni asla tanımamış olan sana," hitabıyla başlayan mektubu, çocuğu bir gece önce gripten ölmüş acılı bir kadın kaleme almıştır. Oğlunun ölü yüzünü aydınlatan beş mumdan birinin ışığında yazdığı mektup, kadının yıllar boyunca kendi içinde yaşadığı güçlü aşkı, bağlılığı, sarıldığı umut ve hayal dünyasını sarsıcı bir şekilde ortaya koyan bir itiraf niteliğindedir.
Kadının hikayesi küçük bir apartman dairesinde başlar. Önce bir çocuğun, karşı dairesine taşınan genç bir yazara olan hayranlığına ve masum aşkına şahit oluruz. Ve yıllar geçer, o masum aşk çocukla birlikte büyür, bir kadının tutkulu hislerine dönüşür.
R. için mektubun ilk satırlarında kendisine tamamen yabancı olan bu kadının, mektubun devamında aslında R. ile yolları sık sık kesişen bir kadın olduğu ortaya çıkar. Bazen bir operada, bazen bir sokakta ve bazen de bir partide... Peki bu karşılaşmaların boyutu nereye varmıştır?
Bu gerçek aşk mı, yoksa platonik hislerin zamanla saplantıya dönüştüğü bir çeşit hastalık mı? Bir insanı nasıl tanırız ya da tanımaktan anladığımız nedir? Hikâye sona ererken, Zweig okurlarını yine akılları zorlayan sorularla baş başa bırakıyor.
Devamını OkuDuymadıklarınız
Avusturalyalı gazeteci, yazar Stefan Zweig tarafından 1922 yılında kaleme alınan Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu isimli uzun öykü, okuru insan psikolojisinin çalkantılı derinliklerine doğru sürükleyici ve yoğun duygularla bezeli bir yolculuğa çıkarıyor. Zweig, meçhul bir kadının yıllar boyunca içinde büyüttüğü karşılıksız aşkı, bütün gel-gitleri, çıkmazları ve her şeye rağmen yeşermeye devam eden umut filizleriyle birlikte ustaca kurgulanmış trajik bir olay örgüsü içinde işliyor.
Bir aşk hikayesi olmasının yanı sıra, döneminin sosyo-kültürel yapısının da etkilerini taşıyan hikâye, aslında sadece yaşandığı dönemin değil, çağımızın da büyük bir sorunu olan kadın ve erkek rolleri arasındaki eşitsizliği çarpıcı bir şekilde ele almakta. Ve hikâyenin sahip olduğu karanlık atmosfer, 1942 yılında karısıyla birlikte intihar eden yazarın içinde bulunduğu psikolojik çöküntüyü de ortaya seriyor.
Yayınlandığı tarihten itibaren Çince, İspanyolca, İngilizce, Fransızca dahil birçok dile çevrilen öykü, beyazperdede ve sonrasında tiyatro sahnelerinde yerini almıştır. Bunların ilk örneği, 1948 yılında çekilen ve başrollerini Joan Fontaine ve Louis Jourdan’ın paylaştığı Max Ophüls filmidir. Ayrıca öykü, 1957 yılında İspanyol yönetmen Tulio Demicheli, 2001 yılında, Fransız yönetmen Jacques Deray, 2004'te yılında Çinli yönetmen Xu Jinglei ve 2011 yılında da Moğol film yönetmeni Naranbaatar tarafından sinemaya aktarılmış ve Rus asıllı besteci Antonio Spadavecchia tarafından da tek kişilik opera gösterisi olarak uyarlanarak, Sovyetler ve Rusya'da sahnelenmiştir.
Kitap Ayrıntıları
1Saat 27Dak