Huzur

Tanpınar, kültürümüzü bir ”iç âlem medeniyeti”nin tezahürü olarak görür. Bu medeniyeti, belirli bir ahlâkı taşıyan ”mânevi vazifelerine inanmış, muayyen bir ruh nizamından geçmiş, nefislerini terbiye etmiş” insanlar meydana getirmiştir. Huzur’un kahramanlarından Mümtaz, roman boyunca kendisini ”huzur”a kavuşturacak bir ”iç nizam”ı aramaktadır. Eserde hastalık, ölüm, tabiat, kozmik unsurlar, medeniyet, sosyal meseleler, çeşitli ruh halleri ve estetik fikirler iç içe verilir. Ancak bütün bunların üzerinde romana hâkim olan Mümtaz’la Nuran’ın aşklarıdır. İstanbul, bu aşkın yaşandığı çevre olmaktan çıkarak, âdeta bir roman kahramanı gibi ele alınır. Huzur için, belli bir dünya görüşüne, bir hayat nizamına kavuşamamış Cumhuriyet aydınlarının ”huzursuzlukları”nı dile getiriyor denebilir.

Huzur Dinle

Kitap Ayrıntıları

Seslendiren
GÜRSU GÜR
Yayınevi
Storyside
Süre
14Saat 39Dak

Bu kitabı dinlemek ister misin?

Storytel'de tüm kitapları ilk 14 gün ücretsiz dinle.

Huzur Konusu

Edebiyat tarihimizin en önemli eserlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar imzalı “Huzur” 1948 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmeye başlanmış, yazarın üzerinde yaptığı büyük değişikliklerin ardından 1949 yılında kitap halinde yayımlanmıştır. İhsan, Nuran, Suad ve Mümtaz isimlerini taşıyan dört ana bölümden oluşan romanda, ana karakter Mümtaz’dır. Roman İkinci Dünya Savaşı patlak vermek üzereyken başlar. Mümtaz’ın çocukluk dönemi ve bazı bölümler romanda geriye dönük olarak anlatılmıştır.

Savaş teması her ne kadar romandaki ana temaymış gibi görünmese de başta Mümtaz olmak üzere, romandaki tüm karakterlerin hayatını derinden etkileyen bir endişe unsuru olarak hikâyenin başından sonuna kadar varlığını hissettirir. Ahmet Hamdi Tanpınar bu eserinde, savaşın başlama ihtimalinin yarattığı dehşetin sadece toplumsal yönünü değil, bireysel yönünü de ayrıntılı bir şekilde tasvir ederek, edebiyatta modern insanın kaygılarına ışık tutan yenilikçi bir yaklaşım sergilemiştir. 

Çocuk yaşta babası gözlerinin önünde öldürülen Mümtaz, bu sarsıcı olayın yaralarını saramadan annesini de kaybedince İstanbul’daki amcasının oğlu İhsan’ın yanına taşınır. Lisede tarih öğretmeni olan İhsan ile karısı Macide’nin himayesinde iyi bir eğitim alarak, korunaklı bir şekilde yaşamını sürdürür. Vaktinin çoğunu akademik çalışmalarla meşgul olarak geçiren Mümtaz’ın rutin hayatı, Nuran’la karşılaşınca tamamen değişir. Çocuklu bir kadın olarak dönemin koşullarında aşk hayatı ile ilgili türlü zorluklarla karşı karşıya kalan Nuran ve yaşça ondan daha küçük olan Mümtaz’ın önünde somut ve soyut pek çok engel bulunmaktadır. Bütün bu engelleri aşarak bir araya gelme kararı alan Mümtaz ile Nuran, rüya gibi geçen bir yaz mevsiminin sonunda, hayatlarının yönünü tamamen değiştirecek önemli bir olay yaşarlar. Nuran’a gizemli bir mektup gelmiştir. Mektup, evlenmek üzere olan sevgililerin hayatının ortasına bir bomba gibi düşer. Bu sarsıcı mektubun ardından ikisi için de hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır.

Huzur, edebiyat aşığı Mümtaz ile mutsuz bir evlilikten yeni çıkmış, görgülü ve eğitimli bir İstanbul hanımefendisi olan Nuran'ın aşkını; Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruşuyla değişen toplumsal hayat ve Cumhuriyet dönemi aydınlarının yaşadıkları varoluş sancıları temelinde; ses ile musiki unsurlarını da bir arada baskın bir şekilde kullanarak anlatır. Romanın ana karakterleri Mümtaz ve Nuran’ın hayatlarını kuşatan musiki sevdasına, İstanbul’a duydukları aşk da eşlik etmektedir. Eskiye büyük bir özlem duyan çiftin ortak müzik zevkleri onları birbirlerine görünmez bir bağla kenetlemiştir.  Huzur romanındaki karakterler, İstanbul’un büyülü atmosferini ve tabiat güzelliklerini yitirmek üzere olduğu o tarihi dönemeçte, alaturka musikinin makamları eşliğinde, birbirinin içinden geçen gölgeler gibi romanın içinde dolaşmaktadırlar. Romandaki karakterler yavaş yavaş kendi felaketlerine doğru yaklaşırken, talan olup bir beton yığınına dönüşmesine ramak kalan İstanbul, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın satırları arasından okuyuculara son bir kez hüzünlü bir şekilde gülümser. Türkiye’nin en usta kalemlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dehası âdeta toplumbilimci ve ruhbilimci gibi detaylara inerek analiz ettiği durumları şiirsel bir dille dantel gibi işleyebilme becerisindedir. Bu yüzden edebiyat tarihimizin en önemli eserleri arasında kabul edilen Huzur, sadece Mümtaz ile Nuran’ın ilişkisini anlatan bir aşk romanı değil, aynı zamanda Türkiye’nin önemli bir dönemine ayna tutan edebi bir kaynaktır.

Devamını Oku

Duymadıklarınız

Ahmet Hamdi Tanpınar üç kardeşin ortancası olarak 1901 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Kadı olan babası Hüseyin Fikri Bey’in görevi nedeniyle, çocukluğunu Anadolu’nun muhtelif şehirlerini dolaşarak geçirdi. İstanbul’da Ravza-i Maarif İptidai Mektebi’ne başlayan Tanpınar, öğrenimini başka şehirlerde sürdürdü. Henüz on beş yaşındayken babasının yeni görev yeri olan Antalya’ya doğru yola çıktıklarında, hayatı boyunca aklından çıkaramayacağı üzücü bir olay meydana geldi. Annesi Bahriye Hanım yolda aniden hastalanmıştı. Hastalığı atlatamayan Bahriye Hanım öldüğünde henüz kırk yaşındaydı. Tanpınar, yaşadığı bu büyük acıyı hiçbir zaman unutamadı ve özellikle yazdığı şiirler bu hazin olayın izlerini taşıdı. 1918’de babasının teşvikiyle yüksek öğrenim görmek için İstanbul’a yerleşti. Aslında felsefe eğitimi almak istiyordu ama hayranı olduğu usta yazar Yahya Kemal’in edebiyat dersleri verdiğini öğrenince Darülfünün’a kaydoldu. 

Bir taraftan divan şiiri hakkında araştırmalar yaparken, bir taraftan da yatılı olarak Yüksek Muallim Mektebi’ne de devam etti. 1923 yılında mezun olunca; önce Erzurum Lisesi’ne ardından da Konya Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. 1932 yılında Kadıköy Lisesi’nde göreve başlayan Tanpınar, aynı zamanda Üsküdar Amerikan Koleji’nde de dersler vermeye başladı. Ahmet Haşim’in ölümünün ardından Güzel Sanatlar Akademisi’nde boşalan kadroya atandı. Bir taraftan Mitoloji ve Şark Sanatları dersleri verirken, bir taraftan da resim sanatıyla da yakından ilgilenmeye başladı. 

1943 yılında hayatında yeni bir sayfa açıldı. O yıl yapılan seçimlerde aday olarak Cumhuriyet Halk Partisi Kahraman Maraş milletvekili seçildi. TBMM’de milletvekilliği yaptığı bu dönem aynı zamanda edebi açıdan da en verimli olduğu dönemiydi. Üç buçuk yıl süren milletvekilliği macerasından sırasında, şiir ve öykü kitaplarının yanı sıra; “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”, “Huzur”, “Mahur Beste”, “Sahnenin Dışındakiler” “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” gibi önemli eserlere imza attı. 

Milletvekili görevi sona erdikten sonra, Milli Eğitim Bakanlığı orta öğretim müfettişi olarak görev yapmaya başladı.

Son yıllarını gereken ilgiyi görmediğini düşündüğü için büyük bir kırgınlıkla geçiren Tanpınar’ın en büyük isteklerinden biri şiirlerini bir araya getirebilmekti. Anfizem rahatsızlığı nedeniyle sık sık hastaneye yatmak zorunda kalan Tanpınar, çalışmalarını istediği tempoda sürdüremiyordu. Bu durum onu ruhsal olarak çökmesine neden olmuştu. İstediği hızda olmasa da uzun bir çalışma döneminin ardından şiirlerini topladığı “Şiirler” kitabını tamamlamayı başardı. 

Hayatının son yıllarını ağır sağlık sorunları ve maddi sıkıntılarla geçiren Tanpınar, Hocası Yahya Kemal ve arkadaşı Hasan Ali Yücel’i kaybedince büyük bir bunalıma sürüklendi. Bu derin üzüntüyü atlatabilmek için kendini yarım kalmış işlerini tamamlamaya adadı. En sevilen eserlerinden olan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanını tamamladıktan sonra “Aydaki Kadın” romanı üzerinde çalışmaya başladı. Ancak sağlık sorunları ağırlaşınca çalışmalarını aynı tempoda sürdürmeyi başaramadı. Ahmet Hamdi Tanpınar 24 Ocak 1962 yılında “Aydaki Kadın” isimli romanını tamamlayamadan hayata gözlerini yumdu. 

Kitap Ayrıntıları

Seslendiren
GÜRSU GÜR
Yayınevi
Storyside
Süre
14Saat 39Dak

Huzur Alıntıları

“Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir. Asıl mesele, birbirimize hayatlarımızı verebilmektir. Baştan aşağıya, sadece bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkabilmektir.”
“Kendi ölümümüzle bütün meseleler hallediliyor; fakat sevdiklerimizin yanımızdan gitmesiyle insan temelinden yıkılıyor.”
“Yolun büyüğü küçüğü yoktur. Bizim yürüyüşümüz ve adımlarımız vardır.”
“Sahaflar içinde kitap karıştırmak, tanıdığı kitapçılarla konuşmak, sıcak günden ve sert aydınlıktan çarşının birdenbire insanı kavrayan loşluğuna ve serinliğine girmek, bu serinliği çok arızî bir hal gibi teninde duya duya yürümek hoşuna giderdi.”
“İnsanoğlu tam sevinemez, bu onun için imkânsızdır.”

İlginizi Çekebilir

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir